22 Haziran 2017 Perşembe

Hedef ''En mutlu çalışanlar.''



                                                         Hedef ''En mutlu çalışanlar.''
  Great Place to Work ödülünü La Lorraine Türkiye adına alan Genel Müdür Burak Deniz,  "Şirketleri şirket yapan aslında binaları, tabelaları ve ciroları değil içerisinde çalışan insanlardır. Bu noktada şirketimizi Türkiye'nin en mutlu ve iş sadakati yüksek çalışanlarına sahip şirketine dönüştürmek yönetim ekibimiz için en önemli misyon.
Bu bilinçle çalışanlarımızın özel ve değerli hissetmesi, mutluluğu, en önemli önceliğimiz. Belirlediğimiz stratejilerde, yan haklarda, iş ortamında bunu nasıl daha iyi sağlayabiliriz sorusuyla daha iyi cevaplar bulmaya çalışıyor ve bunları aksiyona dönüştürüyoruz" açıklamasında bulundu.

Deniz,bu hayaline ulaşmak için 3 aşamada adımlar attıklarını söylüyor ve bu aşamaları şöyle açıklıyor:''Herkesin fikrini almaya çalışıyoruz.Herkesin her konudaki öneri ve eleştirilerine açık bir kültürel yapı oluşturuyoruz.İkinci aşamada ufak dokunuşlarla büyük farklar yaratmaya çalışan,çalışanın özüne dokunan,kendisini değerli hissettirecek aksiyonlar alıyoruz.Üçüncü aşamada ise geleceğe yönelik neleri farklı ve daha iyi yapabileceğimizi sürekli sorguluyoruz.Yarının şirketinde çalışanlarımızı nasıl daha motive ve mutlu edebileceğimizi araştırıyoruz.''

12 Haziran 2017 Pazartesi

Eğer insanlar sizi severlerse, sizinle iş yapmak isteyeceklerdir.










İnsanlar kendilerine benzeyen kişilerle iş yapmak isterler. Eğer insanlar sizi severlerse, sizinle iş yapmak isteyeceklerdir.

2 Haziran 2017 Cuma

"Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar''

"Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar''

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister.
Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği neneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden bir on lira veririm."
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira
istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm." Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim." Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır.
Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her
şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"
Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.
Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...